(ANKARA) - CHP Genel Başkan Yardımcısı Suat Özçağdaş, 19-20 Ekim tarihlerinde Ankara’da bir eğitim zirvesi düzenlemek için hazırlandıklarını söyledi. Özçağdaş, 200’ün üzerinde akademisyenin katılımıyla gerçekeleşecek zirveye, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in de katılacağını ifade etti.
CHP Milli Eğitim Bakanlığından (MEB) Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Suat Özçağdaş ve Parti Meclisi Üyesi Prof. Dr. Armağan Erdoğan, bugün CHP Genel Merkezi’nde, yükseköğretimin sorunlarına ilişkin basın toplantısı düzenledi. Özçağdaş, üniversitelerde akademisyenlerin özlük haklarıyla ilgili demokratik katılımla ilgili sorunları olduğuna dikkat çekti.
Suat Özçağdaş: “Anayasa’ya uygun olmayan bir üniversite yönetim süreci var”
Özçağdaş, şunları söyledi:
“Bir akademik yılın daha başlangıcındayız. Türkiye'de her zaman övündüğümüz, gelecek için umut duyduğumuz çok önemli bir gençlik kesimimiz var, dünya çapında önemli bilimsel çalışmalara imza atan akademisyenlerimiz var ve tabii maalesef hepimizin bildiği gibi, onların da her geçen yıl çok daha fazla derinleşmekte olan sorunları var. 7 milyon üniversite öğrencimiz var. Bunların 4,1 milyonu örgün eğitimde. Bu öğrencilerimizin tüm Türkiye'nin de bildiği gibi yurt sorunu var, burs sorunu var, barınma sorunu var, beslenme sorunu var, kültür-sanata erişim sorunu var, hatta ve hatta ders kitaplarına, ders materyallerine erişim sorunu var. Akademisyenlerimizin özlük haklarıyla ilgili sorunları var, demokratik katılımla ilgili sorunları var, kendi yönetimlerini tayin edememek, kendi bölümlerinde söz sahibi olamamak gibi sorunları var, üniversitelerine bir nevi siyasi kayyumlar atanması sorunları var. Ve AKP’nin ‘YÖK'ü kaldıracağız’ diyerek 22 yıl önce iktidar olması ama YÖK'ün uygulamalarını çok daha derinleştirerek artık neredeyse bölüm başkanlığının atanmasına kadar her süreci kontrol ettiği bir antidemokratik, Anayasa’ya uygun olmayan bir üniversite yönetim süreci var.
“19-20 Ekim’de, 200’ün üzerinde akademisyenimizle Genel Başkanımızın katılımıyla bir araya geleceğiz”
Türkiye, günlerdir eğitimi temizlenmeyen okullar üzerinden konuşuluyor, yaşamını kaybeden çocuklarımız üzerinden konuşuyor, olmayan okullar, olmayan taşımalı hizmetler üzerinden konuşuyor, açlık üzerinden, yokluk üzerinden, susuzluk üzerinden koşuyor. Böylesi bir alanda, üniversitelerimizi yeterince konuşabiliyor değiliz. CHP olarak aylardır illerde eğitim buluşmaları gerçekleştiriyoruz. Üniversitelilerle, küçük çocuklarımızla, öğretmenlerle, akademisyenlerle bir araya geliyoruz. 20 bine yakın yurttaşımızla bir araya geldik. 19 ilde buluşmalar yaptık. Bunları sürdüreceğiz. Gelecek haftalardan itibaren il il gezmeye, tartışmaya, konuşmaya ihtiyacımız var. Ortak akla ihtiyacımız var. Yine 19-20 Ekim tarihinde, Ankara'da, 200’ün üzerinde akademisyenimizle Genel Başkanımızın katılımıyla bir araya geleceğiz. Bu dördüncü buluşmamız olacak. CHP’nin eğitim programını, halkımıza önereceğimiz politikalarımızı tartıyoruz, tartışmaya devam ediyoruz. Bir program kurultayı süreci başlattık. Bunu gerçekleştiriyor olacağız. Ve 6 Kasım'da, AKP gibi değil, gerçekten YÖK'ün yok olması için ne yapmamız gerektiğini, Türkiye'de demokratik, özgür, katılımcı, mutlu, geleceğe umutla bakan bir üniversite yaşamı oluşturmak için neler yapabilirizi; duayenlerimizle, araştırmacılarımızla birlikte Eskişehir'de tartışıyor olacağız.”
Armağan Erdoğan: “Gençlerimiz mutsuz, geleceklerinden umutsuz; akademisyenlerimiz geçinemiyor, bilim üretemiyor, mobbinge uğruyor”
Özçağdaş’ın açıklamalarının ardından Üniversitelerden Sorumlu Gölge Bakan Yardımcısı Prof. Dr. Erdoğan, 2024-2025 akademik açılışı sonrasında, yükseköğretimde kronikleşmiş sorunlar konusunda CHP’nin yaklaşımlarını aktardı. Erdoğan’ın açıklamaları şöyle:
“Biz çalışmalarımızı bütüncül bir şekilde, çok boyutlu bir şekilde devam ettiriyoruz. Üzülerek belirtmemiz gerekiyor ki Türkiye'deki eğitim sistemi artık gençlerimize bir gelecek vaat etmeyecek duruma gelmiştir. Sorunlar öyle büyük boyutlara ulaşmıştır ki üniversitelerimiz artık nitelikli bilim üreten, gençlerimizi donanımlı bir şekilde hayata hazırlayan kurumlar olmanın çok uzağına düşmüşlerdir. Bu durumda gençlerimiz mutsuz, geleceklerinden umutsuz; akademisyenlerimiz geçinemiyor, bilim üretemiyor, mobbinge uğruyor, ayrımcılığa uğruyor; kısacası sistem tıkanmış, yürüyemiyor. Bu durum, hepimizin bildiği gibi tamamen 22 yıllık AKP iktidarının plansız, ideolojik, saplantılı politikaların sonucudur.
“AYM, partimizin başvurusu üzerine KHK’yle yapılan rektör ve YÖK üyesi atamalarının hukuksuz olduğuna hükmetmiştir”
Tıpkı Türkiye'nin yönetilmediği gibi, yükseköğretimde de YÖK ve üniversiteler yönetilmemektedir. Kamu kaynağı, kamu yararı üretmek için koltuklarında oturanlar sistemsiz, plansız, stratejisiz, dünyadan bir ülkenin ihtiyaçlarından kopuk bir şekilde fayda üretmeyen bir yaklaşım içindeler. Keyfi, partizan ve ideolojik yaklaşımlarının sonuçlarını hep birlikte ülkece yaşamak durumunda kalıyoruz. İktidara gelmeden önce ‘YÖK’ü kaldıracağız’ diyenler bugün YÖK’ü üniversiteler, akademisyenler ve öğrenciler üzerinde bir baskı ve kontrol aracı haline getirilmiş durumdalar. Tam da bu noktada Anayasa Mahkemesi (AYM), geçtiğimiz aylarda partimizin başvurusu üzerine kanun hükmünde kararnameyle (KHK) yapılan rektör atamalarının ve YÖK üyesi atama hukuksuz olduğuna hükmetmiştir. Hem YÖK üyelerini hem rektörleri atama yetkisinin sadece cumhurbaşkanına verilmesinin atamalarda liyakat ilkesini kaldırdığının, keyfiliğie yol açtığının ve bu keyfiliğin üniversitelerin özerk yapısını bozduğunu söylemiştir. Anayasa’ya aykırı olarak yapılan bu atamalarla Türkiye'de üniversiteler bilimsel düşünceden uzaklaşmış, iktidarın propaganda aracı haline gelmişlerdir.
“YÖK üyelerinin ve rektörlerin atamaları, Anayasa’ya aykırı bir şekilde yapılmaya devam ediyor”
Mesela mevcut YÖK üyelerinin profiline baktığımızda; aralarında altısının mühendis, üçünün Osmanlı tarihçisi, üçünün ilahiyatçı, üçünün hukukçu, ikisinin iktisatçı, birinin işletmeci, birinin de tıp alanından olduğunu görüyoruz. Yükseköğretimdeki bütün temel bilim alanlarını kapsamayan bir yaklaşım YÖK üyelerinin profilinde görülmektedir. Dahası kadın-erkek dağılımı bakımından da eşit temsile ulaşmaktan çok uzaktadır. Oysa akademisyenler ve öğrenciler, yüksek öğretimde yarısını oluşturmaktadır nüfusun. AYM’nin ret kararı atama yönteminin değişmesi gerektiğini, akademik liyakata ve objektif kriterlere dayalı bir sistemin tesis edilmesini emretmektedir. Ve bunun için bir yıllık süre tanımıştır. Ancak görüyoruz ki buna rağmen YÖK üyelerinin ve rektörlerin atamaları Anayasa’ya aykırı bir şekilde yapılmaya devam ediyor. Biz CHP olarak bunun takipçisi olduğunu belirtmek istiyoruz.
“Örgün öğretimdeki öğrencilerin ancak dörtte biri devlet yurtlarında barınma imkanına sahiptir”
Ülkemizde 129’u devlet üniversitesi olmak üzere, toplam 208 yüksek öğretim kurumu bulunmaktadır. 7 milyon öğrenci, 184 bin akademisyen bulunmaktadır. Öğrencilerin yarısının açık öğretimde bulunması, ayrıca üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. Bu, genç işsizliğini bir yıl ötelemenin dışında bir anlam taşımamaktadır. Üniversite öğrencileri, üniversiteyi kazandıklarına sevinemeyecek bir halde barınma kriziyle boğuşmaktadırlar. Kamuya ait yurt sayısı şu an itibarıyla 856’dır. Bu yurtların öğrenci kapasitesi ise 987 bindir. Bu durumda örgün öğretimdeki öğrencilerin ancak dörtte biri devlet yurtlarında barınma imkanına sahiptir. Kapasiteyi arttırmak için ise ancak yurtların odalarındaki ranza sayıları arttırılmaktadır. Bu anlamda bizim belediyelerimizin özellikle büyük şehirlerde yaptıkları barınma hizmeti için öğrencilere fırsat eşitliği sağlamaları çok önemli bir eksikliği gidermektedir. Öte yandan burs konusuna geldiğimizde, yine öğrencilerin ancak dörtte biri sonradan ödenmek üzere kredi alabilmektedir. Ve 2023 rakamlarıyla lisans öğrencileri için bu kredi miktarı aylık ancak 2 bin liradır. Hepimiz biliyoruz ki 2 bin lirayla bir ay geçinmek mümkün değildir. Öğrenciler ancak simit ve çaya mahkum edilmektedir. O nedenle 22 yıldır çözülemeyen burs, barınma, ulaşım sorunları AKP iktidarının üniversite öğrencilerine verdiği değeri göstermektedir.
“2,3 milyon üniversite öğrencisi, üniversiteyi bırakmak durumunda kalmıştır”
Bir başka sorun, üniversite mezunu genç işsizliği ve gençlerin umutsuzluğu Türkiye'nin geleceğini tehdit etmektedir. Yükseköğretim sınavına girenlerin ancak üçte biri bir üniversiteye yerleşmektedir. Eğitimin piyasalaşması ve paralı hale gelmesi fırsat eşitsizliğini pekiştirmekte, Türkiye'nin sosyal dokusunu zayıflatmakta, genç nüfusun eğitim yoluyla sosyal mobiliteye ulaşmasını engellemektedir. Üniversiteyi kazananlar sorun yaşamaktadır ve okullarını bırakmak durumunda kalmaktadır. Yükseköğretim Kalite Kurulu’nun bu yıl yaptığı açıklamaya göre, 2015-2022 yılları arasında 2,3 milyon üniversite öğrencisi, üniversiteyi bırakmak durumunda kalmıştır. Bunun sebepleri hiçbir şekilde araştırılmamaktadır. Mezun olduktan sonra başarılı öğrenciler, bu kez kamu kurumlarına girerken başvurularında kayırmacılık, partizanlık, hatta cemaat ve tarikat tercihleri ve mülakatlarla haksızlığa uğramaktadırlar. Nitelikli olanlar değil, torpilli olan kişiler alınmaktadırlar. Bu durum gençlerin iyi eğitim alarak ve çalışarak bir yerlere gelemeyeceklerine dair umutsuzluklarını pekiştirmektedir.
“Türkiye'de 18-24 yaş arası genç nüfusun yüzde 31,1’i ne eğitimde ne de istihdamdadır. Bu gençler neredeler”
Geçen haftalarda yayınlanan TÜİK istatistiklerine göre, lisans mezunlarında yüzde 28,3 genç işsizliği bulunmaktadır. Bu, her üç gençten birinin yükseköğretimi bitirdiği halde ülkemizde iş bulamadığını göstermektedir. Yani üniversite okumanın aslında öğrencilere bir fayda getirmediğini, bir fark yaratmadığını göstermektedir. OECD ülkeleri ortalamasında eğitim düzeyi arttıkça işsizlik oranı azalırken bizde bu verilerden de gördüğümüz gibi bu ilişki tamamen tersine dönmüştür. Bir başka vahim tablo daha var çok fazla konuşmadığımız, kamuoyunda çok fazla dile getirilmeyen. Türkiye'de 18-24 yaş arası genç nüfusun yüzde 31,1’i ne eğitimde ne de istihdamdadır. Bu oran Türkiye'yi OECD ülkeleri içinde en fazla orana sahip olan ülke konumuna getirmektedir. Daha da düşündürücü alan ise bu oran yıllarca değişmemektedir. Yani gençlere ne eğitim ne de istihdam için yeni olanaklar yaratılmadığını bize göstermektedir. Bir de şunu sormak gerekiyor: Bu gençler en verimli oldukları çağda eğitimde değillerse, istihdamda değillerse bu gençler neredeler? Bu gençler ne yapıyorlar? Ve bu gençler ne durumdadırlar? Bizim bunu düşünmemiz ve buna çözüm üretmemiz gerekiyor.
“YÖK ve üniversiteler, akademisyenleri denetlemek, kontrol altına almak, sansür uygulamak ve görüşlerini beğenmediklerini üniversiteden dışarıda tutmak gibi bir görev edinmişlerdir”
Biliyoruz ki bugün küresel düzlemdeki gelişmeler, yükseköğretim bakımından da hem fırsatlar hem de meydan okumalar barındırmaktadır. İklim değişikliği, kentleşme, nüfus artışı, göç hareketleri, salgınlar, afetler gibi küresel sorunlar, yeni sosyolojik gerçeklikler yaratmakta ve eğitim sistemleri bunlara uyum sağlamak zorunda kalmaktadır. Bunun için nitelikli iş gücüne ihtiyaç bulunmaktadır. Türkiye'nin nitelikli iş gücü yetiştirmek için nitelikli akademisyenlere ihtiyacı vardır. Ama Türkiye'de yıllardır akademisyenler görmezden gelinmekte ve bu durum çok katmanlı sorunlara yol açmaktadır. YÖK ve üniversiteler, nitelikli akademisyen yetiştirilmesini sağlamak ve onlara iyi imkanlar oluşturmak yerine; onları denetlemek, kontrol altına almak, sansür uygulamak ve görüşlerini beğenmediklerini üniversiteden dışarıda tutmak gibi bir görev edinmişlerdir. Hemen her üniversiteden rektörlerin ve dekanların uyguladığı baskıcı uygulamalar, mobbing, yıldırma ve kayırmacı yaklaşımlar bize şikayet olarak Türkiye'nin farklı yerlerinden geliyor. Bunu sadece şikayet olarak almıyoruz. Bunu yapılan raporlar ve çalışmalar da bildiriyor.
“Türkiye'deki akademisyenlerin yüksek 45’i bir yerde konuştuklarında kendilerine otosansür uygulamaktadır”
Mesela 2022 yılında yapılan Akademik Özgürlük Raporu’na göre, Türkiye'deki akademisyenlerin yüksek 45’i bir yerde konuştuklarında kendilerine otosansür uygulamaktadır. Yani yarıya yakın akademisyen, akademik özgürlüğünü kullanmakta zorluk çekmektedir. Yine 2023 yılında yapılan Akademik Özgürlük İndeksi’nde biz Çin, Kuzey Kore, Mısır, İran, Ruanda ve Suriye ile birlikte en düşük ülkeler arasındayız. Tabii ülkede yaşanan ekonomik sorunlar akademisyenler üzerine de çok büyük bir yük bindirmektedir. Akademisyenlerin maaşları yıllardır seyyanen bir şekilde arttırılmamıştır. Geçim sıkıntısıyla birlikte bilimsel çalışmalarını yapmak konusunda yurt dışında konferanslara gitmek, alanlarındaki konuları takip etmek ve üretimde bulunmak akademisyenler için neredeyse imkansız hale gelmiştir. Bu sadece akademisyenlerin sorunu değildir. Bu aynı zamanda akademisyenliği tercih edecek başarılı öğrenciler için de bu mesleğin cazibesini azaltmak demektir.
“‘Giderlerse gitsinler’ demenin faturasını çok ağır bir şekilde yaşayacağız”
Bu anlamda TÜİK'in geçen haftalarda yaptığı, Yükseköğretim Beyin Göçü İstatistikleri’nden de bahsetmek isterim. Buna göre, 2015 yılında beyin göçü yükseköğretim mezunları arasında yüzde 1,6 iken bu 2023 yılında yüzde 2’ye yükselmiştir. Ve en yüksek beyin göçü verdiğimiz lisans mezunu olan alanlar şunlardır: Moleküler biyoloji, biyomühendislik, işletme mühendisliği, elektronik mühendisliği, matematik mühendisliği, bilgisayar mühendisliği. Biz, bu gençlerimizi Türkiye'de tutamamanın utancını yaşıyoruz. Ayrıca biliyoruz ki liseyi bitirenler arasında yurt dışını tercih etme oranı gençlerimiz arasında giderek artmaktadır. Sonuç olarak beyin göçüyle biz en nitelikli insanlarımızı kaydebiyoruz. ‘Giderlerse gitsinler’ demenin faturasını çok ağır bir şekilde önümüzdeki yıllarda hep birlikte ne yazık ki yaşayacağız. Üniversiteler özgür olmadıkça bir ülkede özgürlükten, adaletten, refahtan, hukukun üstünlüğünden söz edilemez. O nedenle biz iktidara geldiğimizde, üniversiteleri olması gerektiği gibi bilim üreten, gençlerimize fırsat eşitliği içerisinde 21’inci yüzyıl becerileri sağlayan bir yapıya dönüştüreceğiz. Bizim önceliğimiz gençlerimize özgür düşünecekleri bir akademik ortam yaratmak, üniversiteleri ideolojik baskılardan kurtarmak, bilim üreten ve ülkemizi geleceğe taşıyan kurumlar haline getirmek olacaktır.
“Üniversitelerin akademik, bilimsel ve yönetsel özerkliğini güvence altına alacağız”
Bu konuda bütüncül politikalarlar ve kamu yararını düşünerek çalışmalarımızı devam ettiriyoruz. Bir kaç örnek vermek isterim yapacağımız çalışmaların ilkesel yaklaşımlarıyla ilgili olarak: Biz üniversitelerin akademik, bilimsel ve yönetsel özerkliğini güvence altına alacağız. Üniversiteleri evrensel değerlerle dünya standartlarında bilim üreten bir yapıya kavuşturacağız. Rektör atamalarını liyakata ve demokratik ilkelere dayalı olarak yeniden düzenleyeceğiz. Eğitim ve araştırmanın kalitesini arttıracağız. Biz önceki dönemlerde olduğu gibi barınma, beslenme gibi konularda konuşmaktan eğitimin kalitesini konuşamaz hale gelmiş durumdayız. O nedenle dünya standardında bilim üreten üniversitelere ihtiyacımızın farkındayız. Bunun için çalışacağız. Akademisyenlerimizin çalışma koşullarını iyileştireceğiz. Maaşlarını arttıracağız. Akademik özgürlüklerini garanti altına alacağız. Nitelikli bilimsel üretimini destekleyeceğiz. Kayırmacı ve baskıcı yönetim anlayışını sonlandıracağız. Öğrencilerimize nitelikli eğitim, güvenli, sağlıklı, mutlu, huzurlu ve insanca barınma koşulları sağlayacağız. Üniversitelerde karar süreçlerine dahil olmalarını sağlayacağız. Yurt kapasitelerinin sadece sayısını değil, niteliğini de arttıracağız. Beyin göçünü tetikleyen koşulları bitireceğiz. Akademisyenlerin ve gençlerin yurt dışına gemzeye, bilimsel çalışmalara katılmaya, araştırmaya gidişlerini kolaylaştıracağız. Ama onların hayatlarını ve hayallerini kendi ülkelerinde yaşamalarını sağlamak için tüm politikalarımızı geliştireceğiz.”
Anka Haber Ajansı