Erkan Baş: “Kürt Sorunu, Kürt’ün Tercihlerini Yok Sayarak Ona Tankla, Tüfekle, Topla Saldırmak Demektir”
Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin terör örgütü PKK lideri Abdullah Öcalan’a yönelik yaptığı çağrıya ilişkin “Kürt sorunu, Kürtlerin varlığını yıllarca inkar etmek, yıllar boyu ‘Kürt yoktur. Onlar dağdaki Türklerdir’ diyerek bir halkı aşağılamaktır. Kürtçeyi inkar etmektir. Kürt’ün siyasi tercihlerini veya etnik kimliğini yok saymak; ona tankla, tüfekle, topla saldırmak demektir” açıklamasını yaptı.
Haber: ÇAĞATAN AKYOL - Kamera: MEHMET ÇALPAR
(İSTANBUL) - Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin terör örgütü PKK lideri Abdullah Öcalan’a yönelik yaptığı çağrıya ilişkin “Kürt sorunu, Kürtlerin varlığını yıllarca inkar etmek, yıllar boyu ‘Kürt yoktur. Onlar dağdaki Türklerdir’ diyerek bir halkı aşağılamaktır. Kürtçeyi inkar etmektir. Kürt’ün siyasi tercihlerini veya etnik kimliğini yok saymak; ona tankla, tüfekle, topla saldırmak demektir” açıklamasını yaptı.
TİP Genel Başkanı Erkan Baş, partisinin İstanbul İl Başkanlığı’nda bugün basın toplantısı düzenledi. Baş, “yenidoğan çetesi” çetesine ilişkin “AKP dönemi Sağlık Bakanlarının tümü bu sürecin sorumlusudur. İsim isim söylüyorum. Recep Akdağ, Mehmet Müezzinoğlu, Ahmet Demircan, Fahrettin Koca, Kemal Memişoğlu sorumludur ve elbette bunların hepsini bu göreve bir imzayla getiren Recep Tayyip Erdoğan bütün bu sürecin baş sorumlusudur. Olayın yaşandığı dönem İl Sağlık Müdürü olan ve şimdi bakan olan Kemal Memişoğlu an kaybetmeden istifa etmelidir. Önceki bakan Fahrettin Koca’yla birlikte süreçteki sorumlulukları saptanmalı ve her ikisi de mutlaka yargılanmalıdır. Bütün özel hastaneler derhal kamulaştırılmalı, halka ait hâle gelmelidir. Bütün özel hastanelerin kapatılması için vakit kaybetmeksizin harekete geçmeyen herkes bu bebek ölümlerinden sorumludur” dedi.
“TİP ‘Kürt sorunu vardır’ dediği için 12 Mart cuntası tarafından kapatıldı”
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, terör örgütü PKK lideri Abdullah Öcalan için yaptığı çağrıyı da değerlendiren Baş, şunları söyledi:
“1 Ekim’de Meclis açıldı. Türkiye İşçi Partisi olarak biz bu sürecin parçası olmadık ama Meclis açıldığından bu yana iktidar tarafından bir söylem üretilmiş durumda. ‘İç cepheyi tahkim edelim’ diyorlar. Bin yıllık kardeşliğin kuvvetlendirilmesi gibi söylemler kullanıyorlar. Ben görüşlerinizi açıklamadan önce bir ön çağrı yapmak istiyorum. İlk söyleyeceğim söz şudur. Hem iktidara hem muhalefete tüm siyasete hatta teker teker tüm yurttaşlarımıza açık bir çağrı yapıyorum. Bu süreci özenle, akılla ve vicdanla değerlendirmek, buna göre söz kurmak gerektiği son derece önemli bir evredeyiz. Bunu bir sorumluluk olarak görüyoruz. Çünkü bugün adını taşıdığımız Türkiye İşçi Partisi yaklaşık 60 yıl önce Türkiye’de ilk defa ‘Kürt sorunu vardır’ dediği için 12 Mart cuntası tarafından kapatılmış bir partiydi. Türkiye İşçi Partisi, bu sorunu 60 yıl önce tespit ettiği için, çözüm önerileri geliştirmeye çalıştığı için cuntacılar tarafından kapatılmış bir partidir. Dolayısıyla bizim yıllardır vermiş olduğumuz barış, kardeşlik, eşitlik ve özgürlük mücadelesinin gerçeğe ulaşması, gerçek kılınması, bu hedefe varmak bizim en büyük amaçlarımızdan bir tanesidir ve Türkiye İşçi Partisi, açık ve net söylüyorum. Barış, kardeşlik, eşitlik, özgürlük mücadelesinde yarım adım bile geri atmayacak. Biz bütün bu süreci bu sorumlulukla ele almaya çalışıyoruz.
“İktidar ya bu sürecin parçası oldu ya da olmak için çalıştı”
Şimdi bu sorumlulukla baktığımızda bölgemizin çok uzun süredir çalkantılı bir dönemden geçtiği gerçeğiyle karşı karşıyayız. ABD’nin başında olduğu bir emperyalist sistem, Afganistan’da başlattığı işgal politikalarıyla bunu Irak’ta devam ettirerek, Suriye’yi harap ederek Filistin topraklarındaki siyonist işgali kalıcılaştırmak için çeşitli adımlar atıyor. İran sürekli tehdit altında. O yüzden Türkiye’de egemen güçler, bu iktidar ve para babaları bütün bu sürecin ya parçası oldular ya da bütün bu sürecin parçası olmak için canla başla çalıştılar. Bunun adı bir dönem Büyük Orta Doğu Projesi Eş Başkanlığı oldu. Bir başka dönem Irak’ın işgaline ortak olma hevesiyle Meclis’e tezkereler getirdiklerini hatırlıyoruz. Bir başka dönem Emevi Camii’nde namaz kılma hayalleriyle Suriye’ye dönük operasyonun öncü müfrezesi hâline gelmiş bir iktidardan söz ediyoruz. Sınır ötesi operasyonlardan söz ediyoruz. Bugün bir başka dönemde İsrail’le ticaretten söz ediyoruz. Filistin’e ürün gönderiyormuş gibi yapıp İsrail’e askeri teçhizat olarak kullanabilecek mallar satan bir iktidardan söz ediyoruz.
“Bahçeli aynı konuşmada ‘Kürt sorunu yoktur’ dedi”
Yıllar boyunca Türkiye’yi bu sürecin parçası kılmak için ellerinden geleni yapanlar, şimdi bir süredir İran üzerinden yeni kargaşalar yükseltmekte de meşguller. O yüzden iktidar ve onu destekleyen güçler, bize böyle beka sorunu falan gibi laflarla gelmesinler. Bu laflara karnımız tok. Onların, bölge ülkelerinin ve halklarının karşı karşıya kaldığı tüm işgallerin ve tüm harekatların parçası olduklarını biliyoruz ve bizzat kendileri hem ülkemizin hem bölgemizin beka sorunudur. Onlar için bölgede akan kan, gözyaşı ancak ve ancak yeni hamleler için fırsatlar oluşturur. Onlar ağlamazlar, timsah gözyaşları dökerler. Şimdi de bölge sorunlarından yola çıkarak buna bağlı olarak bir iç cepheden söz ediyorlar. Bu çerçevede dün Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı tarafından bizzat Abdullah Öcalan kastedilerek ‘Tecridi kaldırırlarsa gelsin, DEM Parti grubunda konuşsun’ ifadeleri kullanıldı. Gerekiyorsa radikal adımlar atılabileceği ima edildi. Ben sözlerime başlarken bu konuşmaya biraz daha yakından bakma çağrısı yapıyorum. Aynı konuşmada, ‘Kürt sorunu yoktur’ denildi. Aynı konuşmada, İstanbul Barosu’nun yeni seçilen değerli başkanı İbrahim Kabaoğlu tehdit edildi. Aynı konuşmada, bebekleri öldüren bu zalim sağlık, piyasa sistemi ve onun bakanı savunuldu. Şimdi biz bu söylenenlerden hangisine inanacağız?
“Siyaseten sözler değil, gerçekleri konuşmak istiyoruz”
1 Ekim’den bu yana bir süreçten bahsediyoruz ve Kürt sorunu eksenli olarak Bahçeli’nin attığı adımlar, söylediği sözler tartışılıyor ama bir noktaya dikkat çekelim. 1 Ekim günü Bahçeli, başka bir sözüyle daha gündeme geldi. Akşam Meclis açılışının ardından gerçekleşen resepsiyonda Özgür Özel’in yanına gitti ve ‘Siyaseten söylüyoruz bu cümleleri. Kırılmıyorsunuz değil mi’ diye bir cümle kurdu. Bunun üstünden atlayamayız. Anlaşıldığı kadarıyla onlar için siyaset; makam, mevki, para, çeşitli anlamlara gelebiliyor. Bugün öyle, yarın böyle konuşmayı ‘Siyaseten söyledik’ diye açıklayabiliyorlar ve üzülerek ifade ediyorum. Halkın en büyük acılarını bile iktidar oyunlarına alet edebiliyorlar. Bizim siyasetimiz gerçeklerdir. Biz her hâl ve şartta inandığımızı, gerçekleri konuşuruz. Biz oyun oynamak, siyaseten söylenen sözler üzerine günler geçirmek değil, gerçekleri konuşmak istiyoruz. Türkiye’nin bir Kürt sorunu ardır. Kürt sorunu demek, Kürt’ü sorunu olarak görmek değildir. Kürt sorunu, Kürtlerin varlığını yıllarca inkar etmek, yıllar boyu ‘Kürt yoktur. Onlar dağdaki Türklerdir’ diyerek bir halkı aşağılamaktır. Kürtçeyi inkar etmektir. Kürt’ün siyasi tercihlerini veya etnik kimliğini yok saymak; ona tankla, tüfekle, topla saldırmak demektir.
“Kürt sorunu tecrittir, siyasi tutsaklıktır”
Kürt sorunu, MHP’nin fikirlerinin iktidarda olduğu 12 Eylül’de Diyarbakır zindanında yaşananlardır. Kürt sorunu, köy boşaltmalarıdır, kayyumdur, tecrittir, siyasi tutsaklıktır. Kürt sorunu, sırf barış istedi diye binlerce akademisyeni KHK’larla işten çıkartmak, ülkeyi terk etmeye, açlığa, intihara sürüklemektir. Sınırların binlerce kilometre ötesindeki Türkleri bu ülkenin ve onun devletinin bir parçası sayarken Kürtleri ikinci sınıf yurttaş hâline getirmektir. Kürt sorunu Van’daki, Diyarbakır’daki, Hakkari’deki, Şırnak’taki işsizliktir, yoksulluktur, açlıktır. ‘Kürt sorunu yoktur’ dersen bu sorunların hepsini yok sayarsın. Bu sorunları dile getirenlerin üzerine de tankla, tüfekle silahla gidersin. İnkar edersin, inkar etmeyi şart koşarsın, işte bunun adı da sıradan faşizmdir. Onlar bunu yutturmaya çalışabilirler ama biz yemeyiz. Türkiye’nin bir Kürt sorunu, bir de faşizm belası vardır. Onlar iktidar sahipleri, Orta Doğu’da kan dökülmesini fırsat görürler. Onlar savaşlara bakıp nasıl silah satarız diye düşünürler. Onlar enkaz altındaki topraklara bakar, ‘İnşaat ya Resulallah’ deyip ihale almaya koşarlar. Onlar su akarken testi doldurulmalı diyerek kurdukları saray rejimini, suç rejimini nasıl yürüteceklerini düşünür, buna göre plan yaparlar.
“Kore’ye asker gönderildiğinde de barış istedik”
Biz her hâl ve şartta barış isteriz. Biz Kore’ye asker gönderildiğinde de barış istedik. Biz kimse silahlara başvurmasın istedik. Biz yaşamı savunduk. Biz sıvasız evlerin yoksul çocukları, sınır ötesi operasyonlarda ölmesin, o evler bir de acıyla bir kez daha yıkılmasın istiyoruz. Bunun için bugüne kadar bedeller ödedik. Bedeller ödemeye devam ederiz. 10 Ekim’de yan yana olduğumuz yurttaşlarımız sadece barış istedikleri için katledildi. O katliamda hedef, hepimizdik. Bu iktidar katliamlara göz yumdu. Barış, kirli geçmişle hesaplaşarak; barış, adaletle, özgürlükle emeğin hakkını almasıyla gelir. Çok açık söylüyoruz. Biz barıştan yanayız ve iktidara soruyoruz. Siz neyden yanasınız? Türkiye İşçi Partisi yaşamı, bebeklerin ölmediği bir ülkeyi, gençlerin savaşa gönderilmediği, tüm bölge halklarının barış içinde yaşadığı bir ülkeyi savunur. Bu ülkede barışı getirecek olanın Türk ve Kürt emekçilerinin birliği, kardeşliği olduğuna inanırız. 10 yıllardır süren omuz omuza mücadelemiz, barışın en ufak bir ihtimal olduğu zamanlarda bile barışa dair umutlarımızı hep ama hep diri tutmuştur.
“Kürt sorununun çözülmesini isteyen siyasiler zindanlardayken kardeşlik neredeydi”
Emek ve Özgürlük İttifakı bunun için kurulmuştur. Kürt halkının siyasi temsilcileriyle yan yana gelip konuşmaktan, birlikte iş yapmaktan bir an olsun çekinmedik. Aksine memleketin dört bir yanında ülkenin özgürlüğü için, adalet için, barışın neden gerekli olduğunu anlatmak için bunların nasıl mümkün olabileceğini paylaşmak için çabaladık durduk. Şimdi buna devam edeceğiz. Silahların değil, halkın temsilcilerinin konuştuğu bir ülke hayalimizi anlatmaya devam edeceğiz. Biz açığız ve herkese açık olma çağrısı yapıyoruz. Ajandasını halktan kaçırmaya kimse kalkışmasın. Şeffaf bir şekilde halkın gözü önünde kim ne istiyorsa bunları bilelim. Meclis bunun için var. Herkes gelsin, derdi neyse Meclis’te anlatsınlar. Kim sahtekar, kim fırsatçı, kim samimi; hepsi ortaya çıksın. Şeffaflık ve somut adımlar, bunun ortaya çıkması için ön şarttır. Mesela barış isteyen binlerce KHK’lı akademisyen işlerinden edilmişken, Kürt sorununun çözülmesini istedi diye siyasiler zindanlarda tutulurken, yerel yönetimlere hâlâ kayyumlar atanırken bu bin yıllık kardeşlik neredeydi? Sınır ötesi operasyonlar, rekor seviyedeki savaş ve savunma bütçeleri bizi kardeşleştirmez. Bunlar devam mı edecek? Yok öyle yağma. Kimsenin dili, etnik kimliği, cinsel yönelim nedeniyle katledilmediği, baskı görmediği bir ülke istiyoruz.
“Kim savaş istiyorsa emperyalizmin iş birlikçileridir”
Biz ağzımız dolu dolu bu ülke Türklerin, Kürtlerin, tüm halkların birlikte kurduğu, barış içinde yaşadığı bir ülkedir demek istiyoruz. Türkiye Cumhuriyeti bu halkların devletidir demek istiyoruz. Yurttaşlığı, eşit yurttaşlık olarak görüyoruz ve öyle tarif ediyoruz. Değerli yurttaşlar, özellikle genç kardeşlerim, son bir sözle size dönerek, ağızlarından salyalar akıtarak savaş isteyenler için söylemek istiyorum. Kim savaş, çatışma, silah istiyorsa, kim halkları birbirine düşman etmek istiyorsa onlar hepimizin can düşmanıdır. Onlar NATO’cudur. Onlar emperyalizmin gizli, açık iş birlikçileridir. Halkı birbirine düşürme derdinde olanlar asıl olarak bunlardır. Provokasyon, halkı galeyana getirme bunların uzmanlığıdır. Bunlar eğitimlerden geçmiş, emperyalistlerin ve onun Türkiye’deki iş birlikçilerinin kullanışlı aparatlarıdır. Bölgemizde ne zaman Türk, Kürt, Arap, Acem bütün halkla yan yana durur, o zaman emperyalizm kaybeder. Ne zaman halklar birbirine düşürülür, onun tek bir kazanımı olur. O da emperyalizmdir.”
Anka Haber Ajansı