Chp Parti Sözcüsü Deniz Yücel: "Siyasetin Koyu Gölgesi, Sinan Ateş’in Naaşı Üzerine Çökmüştür"

Chp Parti Sözcüsü Deniz Yücel: "Siyasetin Koyu Gölgesi, Sinan Ateş’in Naaşı Üzerine Çökmüştür"

CHP Parti Sözcüsü Deniz Yücel, Ankara'da ketledilen eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş davasından çıkan kararı adaletli bulmadıklarını belirterek, "Siyasetin koyu gölgesi, Sinan Ateş’in naaşı üzerine çökmüştür. Cumhuriyet Halk Partisi olarak, bu olayın başından bu yana, 'adaletin tecelli etmesi' yönündeki net tavrımızdan bir milim bile sapmadık. Tavrımız, mafya düzenine karşı 'hukuk devletinden' yanadır. Tavrımız, siyasi hesaplara karşı, Sinan Ateş’in 'adalet' arayan eşinden ve çocuklarından yanadır. Tav

HABER: GÜLARA SUBAŞI / KAMERA: ÜNAL AYDIN

(HATAY) - CHP Parti Sözcüsü Deniz Yücel, Ankara'da öldürülen eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş davasından çıkan kararı adaletli bulmadıklarını belirterek, "Siyasetin koyu gölgesi, Sinan Ateş’in naaşı üzerine çökmüştür. Cumhuriyet Halk Partisi olarak, bu olayın başından bu yana, adaletin tecelli etmesi yönündeki net tavrımızdan bir milim bile sapmadık. Tavrımız, mafya düzenine karşı hukuk devletinden yanadır. Tavrımız, siyasi hesaplara karşı, Sinan Ateş’in "adalet" arayan eşinden ve çocuklarından yanadır. Tavrımız, üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğünden yanadır. Fakat bu dava bizim nezdimizde adaletle sonuçlanmamıştır" dedi.

CHP MYK, Genel Başkan Özgür Özel'in başkanlığında Hatay'ın Arsuz ilçesinde toplandı.

Parti Sözcüsü Deniz Yücel, MYK toplantısı devam ederken toplantının gündemine ilişkin basın açıklaması yaptı. Yücel, "Bugün Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün "Benim şahsi meselem" diyerek sahip çıktığı kadim kent Hatay’dayız. Sizlere konteynerlerin bulunduğu Arsuz Yaşam Merkezi’nden sesleniyorum ve şu anda Genel Başkanımız Özgür Özel’in başkanlığında MYK toplantımız konteynerde halen devam ediyor" dedi.

"Hatay’a devletin şefkatli eli, ilk sandıkta uzanacak"

Yücel, 6 Şubat depremlerinin ardından Hatay'da yaşanan sorunlara değinerek, şunları kaydetti:

"6 Şubat 2023 tarihinde, hiçbir şeyin bir daha eskisi gibi olmayacağı, üzerinden yıllar geçse de ruhumuzun enkaz altından çıkamayacağı bir facia yaşadık. Bu felakette 50 binin üzerinde vatandaşımızı kaybettik. Hepsine bir kez daha Allah'tan rahmet diliyoruz. Facianın üzerinden geçen 20 ayın sonunda, Hatay’da hala enkazlardan geriye kalan yıkık sokaklarda büyük bir yaşam mücadelesi verildiğini, evsiz kalan yüz binlerce vatandaşımızın çadırlarda, konteynırlarda yaşadığını üzülerek görüyoruz.

Emin olun ki gördüklerimiz, duyduklarımız karşısında, içimizdeki öfke ve acı daha da büyüyor. Hala barınma, gıda gibi en temel ihtiyaçlar dahi karşılanamıyor. Günler boyunca devam eden elektrik ve su kesintileri olduğunu biliyoruz. Devletin şefkatli elinin uzanmadığı Hatay, büyük bir belirsizliğin ve umutsuzluğun içine itilmiş durumda… Hatay halkı yaşadıkları sorunların ne zaman çözüleceğini, bu belirsizliğin daha ne kadar devam edeceğini, yaralarının ne zaman sarılacağını bilmiyor… Rakamlar da bu gördüklerimizi maalesef destekliyor…

İktidar, 6 Şubat 2023 depremlerinden sonra 680 bin konut ve köy evi yapma sözü vermişti. Depremin 1’inci yıldönümünde, yani bundan 8 ay önce Erdoğan yıl sonuna kadar 200 bin konutun teslim edileceğini söyledi. Ancak Eylül ayı itibarıyla sadece 101 bin 254 tane evin inşasını bitirilebildi. Bu demek oluyor ki yapılacağı söylenen her 100 evden sadece 15’i yapılabildi. Yıl sonuna kaldı 3 ay… Erdoğan’ın sözünü tutabilmesi için 3 ayda 99 bin konutu bitirmesi gerekiyor.

Erdoğan’ın ilk 13 ayda, yani Mart 2024’e kadar teslim sözünü verdiği deprem konutu sayısı 319 bindi. Her 100 konutun 47’sini ilk 1 yılda bitiririz diyordu… Peki ne oldu? Bırakın 1 yılı, 1,5 yılda ancak 76 bin 624 konutu teslim edebildiler. İşin özü; ilk 13 ayda 319 bin konut sözü verenler sadece 76 bin 624 konutu bitirebildiler. 20 ayda 680 bin konut sözü verenler ancak 101 bin 254 konutu bitirebildiler. Her seçimde duble yollar yaptık diye bas bas bağıran, betona yatırım yapmakta dünya markası olan, müteahhit dostu AKP, iş depremzedelere gelince 6 ayda sadece 24 bin konut yapmış. Yapılanlar, vaad edilenlerin yanına bile yaklaşamıyor.

Böyle büyük bir felaketi siyaset malzemesi yapanların, "Merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma halinde olmazsa o şehre hizmet gelmez" diye tehditler savuranların bugün Hatay’a yaptıkları ortada... Hatay’a devletin şefkatli eli, ilk sandıkta uzanacak. Yaraları hep birlikte saracağız. Hatay’ı tarihinde olduğu gibi medeniyetler kenti kimliğine tekrar kavuşturacağız. Kurucu liderimiz, Ulu Önderimiz, ilk Genel Başkanımız Mustafa Kemal Atatürk’ün şahsi meselesi bizim de şahsi meselemizdir. Hatay’a olan hassasiyet ve düşkünlüğümüz bundandır.

Yücel'den Bakan Yerlikaya'ya sert tepki

Deniz Yücel, İstanbul'da Ayşenur Halil ve İkbal Uzuner'in katledilmesini şöyle değerlendirdi:

"Bu ülkede her gün kadınlar öldürülüyor... Son 22 yılda kadına karşı şiddet inanılmaz bir seviyeye çıkmış durumda. Bu bir tesadüf değil... Bu, kadını küçümseyen, ikinci sınıf vatandaş olarak gören, kadının giyimine, kahkahasına, yaşam tarzına müdahale eden, her türlü tehdide karşı kadını koruyacak önlemleri almayan iktidarın siyasi tercihlerinin bir sonucu… Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu verilerine göre; Eylül ayında 34 kadın cinayeti yaşandı. Ağustos ayında 33, Temmuz ayında 23, 2024 yılının İlk 6 ayında ise 205 kadın katledilirken 117 kadın, şüpheli şekilde ölü bulundu. Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu'nun 2024 Yılı Kadın Cinayetleri Raporu'na göre ise 1 Ocak - 31 Ağustos tarihleri arasında en az 280 kadın katledildi.

Derneklerin isimleri değişse de rakamlar azalmıyor… Sadece rakamlar değil tabii can acıtan. Ardında kalan hikâyeleri, evladının kesik kafasını gören bir annenin feryadı, çocuğunun parçalara ayrıldığını duyan babanın hastanelik oluşu, görevi sırasında şehit edilen nişanlısının gözyaşları, yıllar önce canice katledilen gencecik kızımızın katilinin mezarının açılması ve şüpheler uyandırması, 9 yaşındaki Narin’in katilinin hala bulunamayışı, bu sefer aileden gelen bir kötülük ve yasını tutan 85 milyon… Unutulur şeyler değil… Unutmayı aklımızdan dahi geçirmedik, unutmayacağız unutturmayacağız da…

AKP bu ülkeye çeşitli isimler adı altında cezasızlığı getirdi. 2012 yılında "denetimli serbestlik" ile başlayan bu süreç, 2013 ve 2016 yıllarında infaz koşullarını daha da kolaylaştıran düzenlemelerle devam etti. 2020 yılında pandemi nedeniyle açık cezaevlerindekiler izinli sayıldı, 2023'teki düzenleme ile süre koşulları esnetildi, kapalı infaz kurumlarına ilişkin de düzenlemeler yapıldı. Peki, bir suçluya hak ettiği cezayı vermez ya da verdiğiniz cezayı çekmemesi için elinizden gelen her şeyi yaparsanız, caydırıcı bir ceza ve infaz sisteminden söz edebilir misiniz? Toplumun huzurundan, güvenliğinden, sosyal barışından sorumlu makam olan İçişleri Bakanlığı’nın Teknofest paylaşımı hepinizin malumu…

Türkiye’nin huzuru demiş sayın Bakan… Dalga geçer gibi, milletin aklıyla alay eder gibi, ülkede huzur bırakmayanlar, 4 yıl önce pandemi affıyla mafyatik suçluları, suikastçıları, uyuşturucu kaçakçılarını sokaklara saldılar. Muhalifleri, hak savunucularını, gazetecileri, seçilmiş milletvekillerini kapsam dışı bıraktılar, kadınlara, çocuklara, masumlara karşı işlenen suçları cömertçe affettiler. Çocuk istismarcıları, kadın katilleri, her türlü şiddet failleri, hırsızı-uğursuzu, torbacıyı, uyuşturucu baronlarını, uyuşturucu kaçakçılarını bayram ettirdiler.

"Öfkemiz, kan donduran bu olaya zemin hazırlayan düzenedir"

Kadınların evde, işte, sokakta, yurtta can güvenliğini sağlayamayan, yaşarken de kadınlara bu ülkeyi zindan edenler, İstanbul Sözleşmesi'nden bir gecede çıkmaktan hiç çekinmediler. 6284 sayılı Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Kanunu'nu tartışmaya açmaya çalışanlar da yine onlardı. Örtülü aflarıyla, caydırıcılık içermeyen infaz yasalarıyla, kadına değer vermeyen, saygı duymayan zihniyetiyle kadın cinayetlerinin temeli; kin ve nefret dolu, hukuku işletmeyen, adalet duygusundan nasibini almamış AKP iktidarıdır. Çünkü kadınların, çocukların, hayvanların, doğanın katledilmesi onların umurunda değil. Kadın Kolları Genel Başkanımız ve Osmaniye Milletvekilimiz Sayın Asu Kaya, toplumun adeta kanayan yarası haline gelen kadın cinayetleri ve kadına karşı şiddet olaylarına karşı ve İstanbul Sözleşmesi'ne geri dönüş için tüm siyasi partilere ve siyasi partilerin Kadın Kolları'na bir çağrı yaptı.

Bu mesele siyasi partilerin bir araya gelerek ortak bir mutabakatla kadına karşı şiddetin, kadın cinayetlerinin çözüm üretebilecekleri bir konu. Ancak ilk imzacısı olmasına rağmen ve İstanbul’da imzalanması hasebiyle İstanbul Sözleşmesi ismini alan sözleşmeden Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin onayıyla yürürlüğe girmiş olan bir sözleşmeden bir gece yarısı kararnamesiyle tek adam zihniyetiyle çıkılması ve İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlükten kaldırılması işte tam da bu yaşadığımız kadına karşı şiddetin ve kadın cinayetlerinin bir numaralı sorumlusudur.

Ayşenur Halil, İkbal Uzuner gencecik 19 yaşında iki yavrumuzun ailesine sabırlar diliyorum. Seçim sadece ekonomik kriz ve hayat pahalılığı nedeniyle değil, ülkenin bazı kesimlerinin can güvenliğinin kalmadığı için de şarttır. Öfkemiz, kan donduran bu olaya zemin hazırlayan düzenedir. Öfkemiz ruh ve sinir hastalıkları hastanelerinde 5 hastane kaydı olan, hakkında iki kez kayıp başvurusu yapıldığı şeklinde polis kaydı olan ve intihara teşebbüsten de yine kaydı olan bir ruh hastasını sokaklara salan sistemedir. Öfkemiz bu sistemin mimarı AKP iktidarınadır. Öfkemiz AKP iktidarının gidişini, bitişini, çöküşünü görene kadar dinmeyecektir."

"Anayasa Mahkemesi kararları herkesi bağlıyor; ama Tayyip Erdoğan’ı ve AKP’yi bağlamıyor"

Yücel, TBMM'nin 28'inci dönem 3. yasama yılına ilişkin şunları söyledi:

"Geçtiğimiz hafta TBMM’nin 28’inci dönem 3. yasama yılı başladı. Biz bu yasama yılının, halkımızın gerçek sorunlarının konuşulduğu, bu sorunlara çözüm üretildiği bir dönem olmasını istiyoruz. Ancak Sayın Cumhurbaşkanının meclisin açılışında yaptığı konuşmada, yeni yasama yılına ilişkin çizdiği çerçeve; AKP’nin gündeminin halkın gündemine çok uzak olduğunu bir kez daha ortaya koydu.

Neymiş "Türkiye'nin 21'inci yüzyılda büyük hedef ve iddialarını gerçekleştirmesi ancak yeni, uzlaşmacı, özgürlükçü, katılımcı ve sivil bir anayasayla mümkünmüş…" Sanki ülkenin bütün sorunları bitmiş, milletin bütün sorunları çözülmüş de; hayat pahalılığı ve ekonomik kriz sona ermiş, mutfaktaki yangın söndürülmüş de sanki işsizlik bitirilmiş, sığınmacı sorunu çözülmüş, gelir dağılımında ve vergide adalet sağlanmış da, sanki yargı bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü tesis edilmiş, okullarda temizlik ve hijyen sorunu çözülmüş, kamuda yapılan atamalarda liyakat esas haline getirilmiş de…

Neymiş yeni bir anayasaya ihtiyaç varmış… Bu söylediklerine Erdoğan kendi de inanmıyor ya; siyaseten söylemesi gerekiyor…Yoksa beyefendi ekonomik krizi, hayat pahalılığını ve ülkenin diğer sorunlarını nasıl unutturacak… Bakın yeni anayasa diyorlar ama mevcut anayasayı tanımıyorlar, Anayasa Mahkemesi kararlarını uygulamıyorlar.

76 bin Hataylının oyları ile milletvekili seçilen ve şu anda "TBMM’de yasama faaliyetine katılması gerektiği, milletvekilliğinin düşürülmesine ilişkin işlemin yok hükmünde olduğu" Anayasa Mahkemesi kararıyla tespit edilen Can Atalay cezaevinde. Anayasa’nın 153’üncü maddesine göre Anayasa Mahkemesi kararları yasama, yürütme ve yargı organları, idare makamları, gerçek ve tüzel kişiler açısından bağlayıcı.

Anayasa Mahkemesi kararları herkesi bağlıyor ama Tayyip Erdoğan’ı ve AKP’yi bağlamıyor. Şimdi de anayasayı tanımayan, Anayasa Mahkemesi kararlarını uygulamayan bu anlayış, yeni anayasa yapmaktan bahsediyor… Sayın Erdoğan; sen istediğin kadar "Herkesin fikrine açık, hiçbir ferdin özgürlüğü kısıtlanmadan.." gibi süslü cümleler kur; gerçek amacının sana uygun bir anayasayı yazmak olduğunu hepimiz biliyoruz. O yüzden bu milletin artık bu masallara karnı tok. Biz de Anayasa'yı tanımayan bu anlayışla masaya oturmayacağımızın bir kez daha altını çiziyoruz."

"Bu düzenlemeye karşı son ana kadar direnişimizi sürdüreceğiz"

Deniz Yücel, Öğretmenlik Mesleği Kanunu teklifi konusunda da şunları kaydetti:

"Bu kanuna ilişkin tutumumuz başından beri geri çekilmesi ve kanunlaşmaması yönünde oldu. Sendikaların ve eğitimcilerin haklı tepkileri sayesinde 23. maddeye geçilmemesi açıkçası bizi umutlandırmıştı. Geç de olsa yanlıştan döndüler diye düşünürken AKP yine şaşırtmadı. Adında öğretmen olan ancak içeriğinde öğretmenlerin haklarını ve taleplerini karşılamayan, tam da AKP iktidarı mahsulü bir kanundan söz ediyoruz… Kariyer uygulaması ile öğretmenlik mesleğini, öğretmen, uzman öğretmen ve başöğretmen olmak üzere ayrıştırıyorlar. Uzman öğretmenlik unvanı için en az 10 yıl öğretmen olarak hizmeti bulunması, başöğretmenlik unvanı için en az 10 yıl uzman öğretmen olarak hizmetin gerçekleştirilmesi, kademe ilerlemesinin durdurulması cezası almamış olması, akademi tarafından verilen uzman öğretmenlik, başöğretmenlik eğitim programlarının tamamlanması gerekecek. Kanunun sadece bu kısmı dahi eşit işe eşit ücret ilkesini ortadan kaldırıyor ve çalışma barışını bozuyor. Bu kanunun amacı özetle şudur; kendilerinden olanları ödüllendiren, kendileri gibi düşünmeyen eğitimcileri ise cezalandıran bir sistem kurmak. Düzenleme ile kurulan Milli Eğitim Akademisi’ne de değinmek isterim. Öğretmenler Milli Eğitim Akademisi tarafından verilecek dört dönemlik bir hazırlık eğitimine tabi tutulacak ve bu eğitimi başarıyla tamamlayanlar sözleşmeli öğretmen olarak atanacak.

Sanki öğretmenlerimiz, eğitim fakültelerinden mezun olup eğitimci unvanı almamış gibi, üstüne bir de KPSS’ye girip atanmamış gibi, aldıkları eğitimler yetersizmiş gibi öğretmenlerimizin sözde eğitime tabii tutulması kabul edilemez. Milli Eğitim Akademisi, AKP’nin tam da kendi zihniyetinde öğretmen profilini yaratma çabasıdır. Yani bu düzenleme ile öğretmenlerimize sen istediğin kadar eğitimini tamamla, formasyonunu al nafile… "Senin öğretmen olup olmadığına ben karar veririm" diyor.

ÇEDES denen ucube projeyi, çağdışı Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli denen gerici müfredatı sorgulamadan uygulayacak, cemaat ve tarikatlar ile yapılan protokollere sessiz kalacak kadrolar hedefliyorlar. Bu düzenleme üniversite eğitimi almış eğitimciyi eksik ve kusurlu gören, eğitim fakültesi diplomasını adeta yok sayan, eğitimciyi sözde eğitme gerekçesiyle, kendi kadrolarına yer hazırlayan, yüzbinlerce işsiz öğretmen ve özel sektör öğretmeninin sorununu görmezden gelen bir düzenlemedir. Bu düzenlemeye karşı son ana kadar direnişimizi sürdüreceğiz. Bu düzenlemenin karşısında, öğretmenin ve öğretmenlik meslek onurunun yanındayız.

Yücel'den Bakan Tekin'e: 3 ay boyunca ne yaptın?

Bu ülke, herkesin eğitime eşit şekilde erişebilmesi için eğitim seferberliği başlatan, kırsal bölgelerin eğitim ve kalkınmasında önemli rol oynayan köy enstitülerini açan, çağdaş, bilimsel, laik eğitim yolunda taşları tek tek döşeyen İsmail Hakkı Tonguç gibi yöneticiler, Hasan Ali Yücel gibi vizyoner Milli Eğitim Bakanları gördü. Bundan 60-70 yıl önce öğrencisine, öğretmenine sahip çıkan, eğitimde devrim niteliğinde işlere imza atan bir anlayıştan söz ederken, bugün maalesef konuştuğumuz, adına bakan demekten utanç duyduğumuz bir kişi ve onun ipe sapa gelmez açıklamaları…

Okullarda ücretsiz öğle yemeği talebini "çocukların yeme alışkanlıklarına uygun değil" diye geçiştiren de, Okullardaki temizlik sorunu, salgın hastalık riskine ulaşınca açıklama yapmak zorunda kalan da bu ülkenin Milli Eğitim Bakanı… Okullar açılmış, üzerinden 3 hafta geçmiş, veliler sınıfları temizliyor, devlet okullarında Okul Aile Birlikleri temizlik için para topluyor, beyefendi lütfedip 30 bin personel alınacak diye açıklama yapıyor. Ya Yusuf Tekin; sen de haziranda öğrencilerle birlikte tatile çıkıp eylül başında mı döndün görevine? 3 ay boyunca ne yaptın? Okullarda her yıl hijyen konusunda sorun yaşandığını, temizlik sorununu; her okulun kendi imkanlarıyla ya da velilerin imece usulü yardımlarıyla çözdüğünü bilmiyor muydun?

'2002’de Millî Eğitim Bakanlığı, merkezi yönetim bütçesinden en büyük payı alan 4'üncü kurum iken 2024 yılında en büyük payı alan kurum olmuştur. Bu yıllar karşılaştırıldığında eğitim bütçesinin merkezi yönetim bütçesi içerisindeki payı yüzde 10,64’ten yüzde 14,61’e yükselmiştir. Bu imkanlar ile eğitimin alt yapısı, fiziki şartları ve teknolojik donanımı önemli ölçüde tamamlanmış durumdadır.' Bu sözleri kim söyledi biliyor musun Yusuf Tekin? Sen söyledin. TBMM’de bütçe sunuş konuşmanda söyledin bu sözleri. Aynı gün tarikat ve cemaatlere sivil toplum kuruluşu da dedin… Merkezi bütçeden bu kadar yüksek pay alıp, bu bütçeyi nerelerde kimler için kullanıyorsun Yusuf Tekin? Çocuklarımıza bir kap sıcak yemeği çok gördün… Onların temiz, hijyenik, modern ortamlarda bilimsel ve akademik eğitim almaları senin umurunda bile değil... O kadar umurunda değil ki, belediyelerimizin çocuklarımızın sağlığı için okulları temizlemesine bile tahammül edemedin. CHP'nin toplumun sorunlarına duyarlı, çözüm üreten sosyal belediyeciliğini hazmedemedin... Kendi beceremediğin hizmeti, CHP'li belediyeler yapınca İl ve İlçe Milli Eğitim Müdürlüklerine, okul yönetimlerine hemen talimatlar yağdırdın.

Çocuklarımız için iyi ve doğru adım atan herkesin karşısında olduğunu bir kere daha gösterdin… Senin derdin, halkın vergileri ile oluşan bu bütçe ile tarikat ve cemaatleri palazlandırmak… Parti sloganı gibi adıyla, öğretmeninden müdürüne, öğrencisinden velisine kadar herkese dayattığınız Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli denen ucube sistemle eğitimin içini boşalttınız. Ders saatleri az, içerikler zayıf üstelik de hatalı… Milli Eğitim sitemini nicelik ve nitelik olarak yerlerde sürünür hale getirdiniz. Çünkü hiçbir zaman önceliğiniz aslında "eğitim" olmadı. Zaten eğitimi önemsemiş olsaydınız bu kadar saçma beyanlarda bulunmazdınız."

"Vatandaş artık sizin bu "ekonomi düzeliyor" palavralarınızı yutmuyor"

Yücel, TÜİK'in eylül ayı enflasyon verilerine ilişkin, "TÜİK yine şaşırtmadı. Vatandaşın çarşıda, pazarda, markette, manavda gördüğü enflasyonu değil, AKP'nin istediği enflasyonu açıkladı. ENAG'a göre yüzde 88 olan enflasyon TÜİK'e göre yüzde 49 imiş. Mehmet Şimşek, enflasyonun açıklandığı gün süslü cümlelerle ekonominin iyiye gittiğine yönelik açıklamalarda bulundu. Ancak açıklamasında "mutfaktaki yangın hala daha neden sönmüyor?" sorusunun cevabı yoktu. 6 kişilik bir aileyi, 12 bin 500 lira ile geçindirmeye çalışan bir emeklinin, üniversitede öğrenci okutan 17 bin 2 liralık asgari ücretlinin de çaresizliğini giderecek tek bir cümle kuramadı Mehmet Şimşek. Eylül ayında eğitim giderlerinden, gıdaya, kiralardan hizmet sektörüne kadar her alanda fiyatlar yükseldi… Ama buna rağmen; TÜİK enflasyonun düştüğünü söyledi. Mehmet Şimşek’e ve AKP’ye bir kere daha hatırlatmakta fayda var; siz enflasyonu düşük gösterince fiyatlar düşmüyor. Enflasyon rakamları üzerinde yaptığınız makyajlama, vatandaşın alım gücünü yükseltmiyor. Açlık sınırı 20 bine, yoksulluk sınırı 65 bine, bekar bir kişinin yaşam maliyeti 25 bine, gıda enflasyonu yüzde 60’a dayanmışken, siz kimi kandırdığınızı düşünüyorsunuz bilmiyoruz ama emin olun vatandaş artık sizin bu "ekonomi düzeliyor" palavralarınızı yutmuyor" değerlendirmesini yaptı.

"Tavrımız, siyasi hesaplara karşı, Sinan Ateş’in "adalet" arayan eşinden ve çocuklarından yanadır"

CHP'li Yücel, eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş'in öldürülmesine ilişkin davada çıkan kararı da şöyle değerlendirdi:

"Aradan geçen 2 yıla rağmen adalet arayışı ne yazık ki olumlu sonuçlanmadı. 11 sanığa hapis cezası verildi verilmesine ama merhumun ailesinin cinayetin azmettiricisi dediği isimler davaya dahil bile edilmedi. Sinan Ateş’in yaşlı annesinin, gözü yaşlı eşi ve ablasının, her defasında tekrar ettiği o malum 3 ismi, ihbar dahi kabul etmediler. Sinan Ateş’in eşi Ayşe Ateş’in ifadesi dava dosyasına dahi girmeden dava sonuçlandı. Peki şimdi bu davadan adaletli bir sonuç çıktı diyebilir miyiz? Adalet yerini buldu diyebilir miyiz? Tabii ki hayır!

Tetikçiler yargılandı, azmettiriciler ise elini kolunu sallayarak dışarıda kol geziyor. Üstelik sonuçlanan davada Sinan Ateş’in neden öldürüldüğü bile belli değil. Bizim için ve milletin vicdanında bu dava sonuçlanmış değildir. Acılı aile, oğullarının gerçek katillerinin ceza almadığını bilmeleri yetmezmiş gibi bir de saldırıya maruz kaldılar.

Ankara 32. Ağır Ceza Mahkemesi’nde, kararın açıklanması öncesi verilen arada yaşanan gerginlik fiziki müdahaleye kadar vardı. Şüphesiz MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, eseriyle gurur duyuyordur! Bu fiziki saldırıların yarın silahlı saldırıya dönüşmeyeceğini kim garanti edebilir? Sinan Ateş’in eşi Ayşe Ateş’e acısını unutturup "Hepimizi öldürün, rahatlayın" diye isyan ettirenlere yazıklar olsun. O kadar utanmaz o kadar pişkinler ki fiziki saldırının üzerine bir de MHP Genel Başkan Yardımcıları İzzet Ulvi Yönter ve Semih Yalçın, yememiş içmemiş jet hızında Sinan Ateş'in annesi Saniye Ateş ve ablası Selma Ateş hakkında suç duyurusunda bulunmuş.

Büyük bir pişkinlikle, Sinan Ateş’in ailesine, gazetecilere ve davayı takip eden siyasetçilere tehditler savuran, saldırıda bulunan bu tavrı kınıyoruz. Siyasetin koyu gölgesi, Sinan Ateş’in naaşı üzerine çökmüştür. Cumhuriyet Halk Partisi olarak, bu olayın başından bu yana, "adaletin tecelli etmesi" yönündeki net tavrımızdan bir milim bile sapmadık. Tavrımız, mafya düzenine karşı "hukuk devletinden" yanadır. Tavrımız, siyasi hesaplara karşı, Sinan Ateş’in "adalet" arayan eşinden ve çocuklarından yanadır. Tavrımız, üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğünden yanadır. Fakat bu dava bizim nezdimizde adaletle sonuçlanmamıştır."

"Suriye ve İran sınırlarını kapatın"

Yücel, İsrail'in Filistin ve Lübnan'a yönelik saldırıarına değinerek, şöyle konuştu:

"Bugün Hamas’ın İsrail’e karşı başlattığı ve İsrail’in de orantısız güçle karşılık verdiği, misilleme yaptığı çatışma halinin yıl dönümü. Bundan bir yıl önce bir 7 Ekim sabahı başlayan dehşet sürecinde İsrail saldırılarında 41 binden fazla insan hayatını kaybetti. Milyonlarca insan yerinden yurdundan edilmeye devam ediyor. Uzmanların paylaştıkları ve aktardıklarına göre Hamas’ın 7 Ekim 2023’te başlattığı saldırıdan İsrail gibi teknolojik ve istihbarat toplama kabiliyeti üst düzeyde olan bir devletin habersiz olmaması bizce de olasılık dâhilinde bile değil.

Bakın, başka bir ülkenin topraklarında binlerce çağrı cihazı ve telsizi patlatabilen bir devletin, kendi kontrolü altındaki topraklarda kendisine yapılacak bir saldırıdan habersiz olması mümkün değildir. Hamas'ın başlattığı saldırılar yüzünden hayatını kaybeden tüm Filistinlilere Allah'tan rahmet diliyor ve tüm dünyaya çağrıda bulunuyoruz; İsrail’in bu fetihçi, yayılmacı politikasının durdurulması için tüm devletler üstüne düşeni yapmalı. Aksi halde İsrail’in açtığı bu cehennem kapısı bir daha kapanmayacak.

Hâlihazırda dünyanın en fazla sığınmacı ve kaçağını barındıran ülke olarak İsrail’in saldırılarından yer değiştirmek zorunda kalan milyonlarca kişinin sığınağı haline geleceğiz. Yerinden yurdundan edilmiş 2 milyon Filistinli, 1 milyon Lübnanlının hedef ülkesi ne yazık ki Türkiye’dir. Bunların yanı sıra İran’ın sınır dışı etmeyi duyurduğu 2 milyon Afganlının da Türkiye’ye yönelmesi muhtemeldir. Çünkü doğu sınırlarımızda açık kapı politikası uygulaması halen devam ediyor. Batı ülkelerine ulaşmış sığınmacı ve kaçaklar da geri kabul anlaşması kapsamında Türkiye’ye geri gönderiliyor. Açık ve net bir şekilde ifade ediyorum. Erdoğan ve AKP ülkemizi ne yazık ki Ruanda haline getirmiştir.

Bakın Yunanistan Başbakanı Miçotakis Birleşmiş Milletler toplantısında "Türkiye ile ikili ilişkilerimizi iyileştirmek için yeni yollar aramaya devam edeceğiz. İklim değişikliği ve göç gibi ortak sorunlarımızda daha fazla işbirliği imkânı bulunuyor. Olası her tür gerginliğin dindirilmesi amacıyla iletişim kanallarını açık tutuyoruz" dedi. Miçotakis kendi ülkesi ve kendi milleti adına doğru olanı yapıyor. Türkiye’yle iyi geçinecek ki Erdoğan parasını alsın sığınmacı ve kaçakların Yunanistan’a geçmesini engellesin. Buradan Erdoğan’a çağrıda bulunuyoruz. Batı sınırlarımızı gayet iyi koruyorsunuz! Sığınmacı ve kaçaklar kara sınırlarından batı ülkelerine kaçamıyor. Ancak aynı hassasiyeti doğu sınırlarında da gösterin. Özellikle Suriye ve İran sınırlarını kapatın.

İsrail’in bölgedeki birçok ülkeye saldırması, tansiyonu yükseltmesi bizimkileri yeni uyandırdı. Meclis açılış konuşmasında İsrail’in hedefinin Türkiye olduğunu ifade eden Erdoğan, neye göre böyle bir açıklama yaptı bilmiyoruz. Genel Başkanımızın ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin çağrısı üzerine yarın, Dışişleri ve Milli Savunma Bakanları Meclis'i bilgilendirecek. Ancak bu bilgilendirmenin Sayın Erdoğan tarafından yapılması gerekirdi. Yarın yapılacak oturumda Erdoğan’ın da bulunması gerekirdi. Ortaya atılan iddianın sahibi Erdoğan, iddianın dayanaklarını ifade etmesi gereken yine Erdoğan’dır.

Biz Türkiye ile ilgili bir güvenlik sorunu var ise üzerimize düşeni yapmaya hazırız. Ancak olmayan bir tehdidi ya da hiçbir dayanağını ya da gerekçesini açıklamadan bir tehdit varmış gibi gösterip siyaseten güç kaybetmeye ivme kaybetmeye başlayan Erdoğan’ın bu iddialarla arkasında insan toplaması kitleleri toplaması ve kendine iç siyasette güç devşirmeye çalışmasına da izin vermeyiz.

31 Mart 2024 yerel seçimlerinden önce defalarca, Erdoğan’ın, Filistin meselesini yerel seçim malzemesi haline getireceğini açıklamıştık. Nitekim 1 Ocak sabahına Hamas mitingiyle, Filistin mitingiyle uyandık. Ve yerel seçim meydanlarında İsrail’den başka bir şey konuşmayan Erdoğan, yine bunun aynısını yapmaya kalkarsa biz de 81 ili gezer Erdoğan’ı milletimize şikayet ederiz.

'İsrail bize saldıracak" diye bir lafı söylüyorsan bunun dayanaklarını da belirtmek zorundasın ki Anayasa’ya göre Başkomutan sıfatı taşıyan biri böyle bir durum varsa bile bunu söyleyemez. Savaş tehlikesi seçim malzemesi yapılacak bir konu değildir. Libya'ya nasıl girdiysek, Karabağ'a nasıl girdiysek İsrail'e de aynı şekilde gireriz noktasından, İsrail bize saldıracak noktasına nasıl geldik, bunu anlatması lazım."

Yücel konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Mehmet Şimşek kapı kapı dolaşıp yatırım arıyor, yatırımcı arıyor, Erdoğan, Birleşmiş Milletler toplantısına gidiyor yatırımcılara "Ülkemize güvenin, yatırım yapın" diyor. Sonra 10 gün sonra kalkıp "İsrail bize saldıracak" , "İsrail’in sıradaki hedefi Türkiye toprakları" diyebiliyor. Borsa İstanbul’u darmadağın ediyor. Ağzından çıkanı kulağının duymadığı Erdoğan’ın her sözün ekonomik bedelini milletimiz ödüyor. Ekonomik anlamda zaten ağır koşullar altında hayatta kalma mücadelesi veren milletimiz daha da ağır koşullara savruluyor.

Artık Sayın Erdoğan da AKP kadroları da ülkeyi yönetme becerisini iyice kaybetmiştir. Bu bilgiden, birikimden, liyakatten uzak günübirlik ve hamasi yönetim tarzı Türkiye’yi uçuruma sürüklemektedir. O yüzden "Her sorunun var bir çaresi, onun da adı Cumhuriyet Halk Partisi" diyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum."

Anka Haber Ajansı